Tarih boyunca yaşadığımız her büyük sarsıntı sonrası “Bir dahakine hazırlıklı olacağız” dedik. 6 Şubat tarihinden itibaren gördük ki hiç hazır değilmişiz. Pekala ne oldu? O kadar tatbikat, o kadar ders nereye gitti? Neyi ya da neleri yanlış yaptık?
Yaşadığımız yıkım epey büyük. İzlerini silmemiz ise mümkün değil. Lakin bir zelzeleyle daha müsabakadan evvel bu defa hakikaten “hazırlıklı” olabiliriz. Oturup suçlayacak birilerini de arayabiliriz ama kimseye bir yararı olmayacaktır. Bu sebeple kendimizi suçlayarak işe başlayalım. Biz nerede yanlış yaptık?
Tüm bu süreç boyunca bilinçsizce davrandık. Lakin isteyerek yahut istemeyerek yaptığımız pek çok şeyin faydası değil; ziyanı oldu. Zira yanlışlarımız, zelzelenin birinci dakikalarında da başlamadı. Çok daha öncesinden geliyordu.
Yaşadığımız zelzeleler öncesi birçoğumuzun meskeninde zelzele çantası bile yoktu.
Bugün televizyonda ve toplumsal medyada önümüze “deprem çantası hazırlamak” başlığıyla birçok görüntü, içerik çıkıyor. Her yerde zelzele çantasının nasıl hazırlandığı anlatılıyor.
Çok geçmiş bir vakit değil; 5 Şubat tarihine dönebilsek neredeyse kimsenin sarsıntı çantasının olmadığını görürdük çünkü bir gün muhtaçlık duyabileceğimize bile inanmıyorduk.
Evlerimizdeki eşyaları da sabitlememiştik.
Evinizdeki dolap, kütüphane gibi devrilebilecek mobilyaların duvara sabitlenmesi gerekiyordu. Bu kolay bilgiyi elbette hepimiz biliyorduk. Lakin bugüne kadar büyük birçoğumuz sadece “bilmekle” yetindik.
Deprem üzere acil durumlarda yardımcı olabilecek uygulamaları önemsemedik.
Telefonlarımızda onca gereksiz uygulama varken afet sırasında yardımı dokunabilecek uygulamaları indirmedik.
Ailemiz ve yakın etrafımızla bir “acil durum planı” yapmadık.
Deprem üzere bir acil durum anında toplanmak üzere bir alan belirlemedik. Burada toplanmadan evvel yapabileceklerimizi konuşup planlamadık.
Evlerimize kaçak katlar çıktık.
İmar affını duyunca sevindik, bizim konutumuzda de bir kat daha olsun istedik. Oysa bunun binamıza ekstra yük bindireceğini, daha büyük sıkıntılar doğurabileceğini düşünmedik.
Sırf daha büyük alanımız olsun diye kolonları, kirişleri kestik.
Bir kolon ne kadar önemli adı çalışma… pic.twitter.com/aTSSV7W9Be
— Anadolu Bey 🇹🇷 (@Anadolubey01) February 25, 2023
Genellikle binaların alt katında yer alan dükkanlarımızda daha geniş alanlar istedik. Sadece bir odamızı genişletmek için binanın taşıyıcı gücünü azalttık. Bunun için de kolonları ve kirişlere ziyan verdik. Kimi vakit içinden su boruları geçirdik kimi vakit ise “Bir kolon eksik olsa ne olacak ki?” diyerek büsbütün ortadan kaldırdık.
Kestiğimiz, deldiğimiz, kırdığımız kolonlar binamızın ayakları üzereydi ve maalesef yaşadığımız zelzelede ayakta duramayan birçok bina enkaz haline geldi.
Kentsel dönüşüme direndik.
Bağlı olduğumuz belediyeler, kentsel dönüşüm için kapımızı çaldığında “İstemiyoruz!” dedik, içinde ölme ihtimalimiz olan evlerimizden çıkmadık.
Müteahhitlere güvendik, binalarımızın sağlamlığını denetim etmedik.
Yeni bir konuta taşınırken yapmamız gereken birinci şey binanın dayanıklılığını denetim etmekti. Ancak bunu da yapmadık. Binalarımızın risk tespitini yaptırmadık, inşaat raporlarına bakmadık, taban etüdünü görmezden geldik, kolonları ve kirişleri denetim ettirmedik.
Ucuz personelliği tercih ettik.
Belki yaşadığımız maddi problemler, tahminen de “paramız cebimizde kalsın” düşüncesi bizi, daha uygun fiyatlı binalar yapmaya itti. Devasa binalar inşa ettik lakin kim daha ucuza yapıyorsa ona yaptırdık. Kullandığı gereçlerin kalitesini düşünmedik; hatta üstüne indirim istedik, canımızın pazarlığını yaptık. “C30 yerine C20 beton kullanalım” dedik.
….Ve sonrasında da bunları yaşadık:
Yanlışlarımız bitmedi: Sarsıntının yaşandığı birinci dakikalardan itibaren toplumsal medyayı yanlış kullanmakla başladık.
Özellikle Twitter’da enkaz altında kalan beşerler yaptıkları paylaşımlarla seslerini duyurmaya çalışıyordu. Biz ise yaptığımız paylaşımlarla onlara takviye olmak yerine kendimizi göstermeye çalıştık. Bunu sarsıntının birinci dakikalarından itibaren yaptık.
Sosyal medyada yaptığımız paylaşımlarla, canlı yayınlarla güldük(!). Hatta kimilerimiz daha da abarttı “Deprem olsun, daha çok olsun!” diyerek göbek attı.
İstemeden de olsa insanları endişe ve paniğe sürükleyecek yanlış bilgilerin yayılmasına sebep olduk.
Sosyal medyada ortaya çıkan ve kulaktan kulağa yayılan “Hatay’da baraj patladı!” haberleri bir anda tüm halkı paniğe sürükledi. Enkazların başındaki arama kurtarma grupları bile kaçmaya başladı.
Kısa müddet içinde bu bilginin yalan olduğu anlaşılmış olsa da ne yazık ki bu durum arama kurtarma çalışanlarına zaman kaybettirdi. Oysa enkaz altındaki insanlar zamanla yarışıyordu.
Enkaz altından çıkan, zor şeyler yaşamış insanları sosyal medya hesaplarımızda paylaştık.
Bir “gelecekleri” olduğunu unuttuk. Yarın öbür gün yaptığımız bu paylaşımların tekrar tekrar önlerine çıkabileceğini düşünmedik.
Enkaz altındaki onlarca insan varken sevinecek bir şey arıyorduk. İsimlerinin önüne “Mucize” ekledik, böyle seslendik. Acılarını yaşamalarına izin vermedik, konuşmalarını istedik.
Koordine hareket edemedik.
Deprem bölgesine uzaktan da olsa yardım etmek istedik. Kimilerimiz bunun için tırlar kiraladı, çevresinden topladığı yardımları içine doldurup deprem bölgesine gönderdi. Peki bu yardımları orada kim karşılayacaktı? Kimse karşılamadı, yardımlar sokaklara döküldü.
AFAD ve Kızılay ile koordine olmalı, yardımlarımızı bu şekilde göndermeliydik. Bunun yerine kendi başımıza yaptığımız her eylem, deprem bölgesinde karmaşıklığa sebep oldu.
Hatta yardım etmek amacıyla deprem bölgesine ne gönderdiğimize bile bakmadık.
Belki de uzun zamandır evimizin bir köşesinde duran, kullandığımız/kullanmadığımız birçok eşyayı deprem bölgesine gönderdik. Ancak ne gönderdiğimize bile bakmadık. Bölgedeki hastalık riskini artırabilecek kullanılmış eşyalar gönderdik.
Sonuç olarak da yardım bekleyen insanlar kolilerden çıkan gecelik, mayo, abiye gibi eşyalarla karşılaştı. Sırf bu sebeple yardım kolileri deprem bölgesine gitmeden önce ve sonra yeniden ayıklandı.
Yetmedi, deprem bölgesine bilinçsizce akın ettik.
Bölgedeki yollar büyük ölçüde hasar görmüş veya kapanmıştı. Ulaşım oldukça zordu. Oturup beklemek istemedik, arabalarımızı doldurduk ve yola çıktık. Zaten sınırlı sayıda sağlam kalan yolları da doldurduk. Hatta bazılarımız sadece deprem bölgesinden paylaşım yapmak için gitti.
Bizden önce gitmesi gereken yardımlar, bizim de sebep olduğumuz bu kalabalıkta bölgeye ulaşmakta epey zorlandı.
Deprem bölgesinde henüz ulaşılmayan insanlar varken enkaz altından çıkanları alkışladık.
Enkaz altından çıkanlar içeride başkalarının da olduğunu söylüyor, “Onları da kurtarın!” diyordu. Peki biz ne yaptık? O insanların hala orada olduğunu unutup çıkan kişiyi alkışladık, tezahüratlar yaptık. Diğerlerinin sesini bastırdık. Hatta belki de duydukları/duymadıkları seslerle umutlarını yıktık.
NEDEN?
Çünkü farkında değildik, iyi niyetli düşünüyorduk ve doğrusunu bilmiyorduk. Başımıza gelebilecek afetlerle ilgili bilinçsizdik. Bildiğimiz çoğu şeyi de ilkokulda, lisede yaptığımız tatbikatlarda ve derslerde öğrenmiştik. Enkazdan çıkan birisine nasıl davranmamız gerektiği gibi bilgileri ise hiçbir derste öğretmediler. Kendimizce yardımcı olmaya çalışıyorduk ama hiçbirimizin arama kurtarma eğitimi yoktu. Büyük bir felaketin ortasındaydık ve paniğe kapılıp eğitimi olanlara da yardımcı olamadık.
Çünkü eğitim seviyemiz düşük. TÜİK 2021 verilerine göre; Türkiye nüfusunun %2,5’i hala okuma-yazma bilmiyor, %10’u hiçbir okula gitmemiş; %22,5 ilkokul, %25’i ilköğretim veya ortaokul, %22,4’ü ise lise mezunu. Yani ülkemizin büyük birçoğu ilkokulda, lisede yaptığımız tatbikatları bile görmedi; dolayısıyla deprem gibi acil durumlarda ne yapılacağına dair bir bilgi sahibi de değil.
Çünkü gerçek hayatta hiçbir şey tatbikatlardaki, derslerdeki gibi olmaz. Tanıdığımız/tanımadığınız bir insanın yardım çığlığını duyduğumuzda hepimiz koşarız. Önemli olan; bir daha böyle bir durumla karşılaştığımızda aynı hataları tekrarlamamamız. Ancak hiçbirimiz siyasilere “Depreme karşı alacağınız önlemler neler?” diye bile sormuyoruz. Yetkililere “Deprem olursa ne yapacağız?” demiyoruz. Durum böyle olunca da maalesef attığımız her adımda bir şeyler yanlış gidiyor.