Özellikle siyasi konuşmalarda ve internetteki/televizyondaki reklamlarda, gözümüze normalden fazla güzel gelen ve bu sebeple de doğru olamayacağını düşündüğümüz şeyler görürüz. Yeterince tekrarlandıklarında ise gittikçe daha inanılası hâle gelirler. Bu içeriğimizde bu duruma, yani Illusory Truth’a (Yanıltıcı Gerçeklik Etkisi) yakından bakıyoruz.
“Havuç yerseniz görüşünüz iyileşir” veya “Ispanak yerseniz daha güçlü olursunuz” gibi cümleleri hepimiz duymuşuzdur. Bunlar gibi birçok düşüncenin büyük çoğunluğu, başta gazetelerde ve televizyonlarda bulunan, daha sonra ise sosyal medyaya taşınan pratik bilgi köşeleri, reklamlar ve çizgi filmler gibi birbirinden farklı kanallar yoluyla hayatımıza girdi.
Girdikleri günden beri de çok az sayıda insan onların doğruluğunu sorgulayıp aslını öğrendi. Geriye kalanlar ise “sonuçta herkes böyle biliyor, uzman görüşüdür herhalde” düşüncelerine girip söz konusu yanlış veya eksik bilgilerin üzerine gitmemeyi tercih etti. Yanıltıcı gerçeklik etkisi olarak bildiğimiz bu duruma gelin birlikte bakalım.
Söz konusu etki ilk kez 1977 yılında yapılan bir çalışmayla ortaya atıldı:
Kısaca açıklayalım: Bu çalışmada bir grup öğrenciye teker teker belirli sorular verildi ve daha sonrasında verdikleri cevaplardan ne kadar emin oldukları soruldu. Bu durum 3 seans şeklinde tekrarlandı. İlk testin sonunda oldukça normal, hatta beklentinin altında cevaplar alınırken seanslar arasında bu emin olma durumunun kademe kademe arttığı görüldü.
Sorularda ise ilk uzay üssünün bulunduğu yerden basketbolun olimpik spor dallarından biri olarak sayılma tarihine kadar birbirinden bağımsız ve öğrencilere uzak olduğu düşünülen ifadeler vardı. Sonuç olarak tekrarlanan yanlışların o ifadeleri daha inanılır kıldığı sonucuna varıldı.
Son olarak soruların yöneltildiği grupta birbirinden farklı düşünme biçimlerine sahip olan kişilerin bulunduğunu belirtelim. Bu da en eleştirel düşünebilen kişinin bile bu durumdan etkilenebileceği anlamına geliyor.
Özellikle siyaset ve reklam dünyasında bunu görüyoruz:
Başta sosyal medyada dönen propagandalar, dünya siyasetinde kızışmaların gerçekleşmesine yol açabiliyor. Twitter gibi mecralarda hem bir öğe paylaşıldıkça daha da popüler hâle geldiğinden hem de yanlış, propaganda amaçlı veya eksik bilgileri yaymak kolay olduğundan gündelik kullanıcılar bilgi kirliliği içinde yüzme tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor.
Hâl böyle olunca da çoğunlukla yanlış bilgiyi olduğu hâliyle kabul ediyorlar ve doğruyu göstermek bir tık daha zorlaşıyor. Bazen dünya çapındaki siyasilerin bile bu yanlış bilgi döngüsünü başlattığını gördüğümüz oluyor. Aynı durumu televizyonlarda gösterilen reklamlarda da görüyoruz.
Örnek olarak Apple’ın Watch modeli, reklamlarda çoğu zaman yüzme sporu yapan birinin bileğinde görünür ve doğal olarak herkes onun suya dayanıklı olduğunu düşünür. Bu sebeple “profesyonel sporcu bile kullanıyorsa bozulma riski yoktur” düşüncesi kafalara yerleşir. Fakat çok az kişi Apple’ın sudan kaynaklı bozulma durumlarına garanti vermediğini bilir.
Peki insanlar, Hitler’in bile kullandığı bu yöntemden neden etkilenir?
Açıkçası bunun duruma göre değişen nedenleri var. Kabaca bilginin ardını araştırırken bilişsel değil sezgisel yolla ilerlemek, daha önceden karşılaştığımız bir parçanın (kelime olabilir) şimdi duyduğumuz bilgiye yakın gelmesi ve çevrenin üzerinizde kurduğu baskı buna sebep olabilir.
Örnek olarak önceden doğrusunu bildiğiniz bir bilgi bile çarpıtılmış hâlde tekrarlandığında maalesef inandırıcı hâle gelebiliyor. O bilginin bir parçasının size sunulmasıyla ortaya çıkan bu yakınlık durumunu bireysel olarak düşünebiliriz.
Durumu kitlelere kadar genişlettiğimizde çevre baskısının da etkisini görüyoruz. Evinizde oturup tarihe göz atarken “Bir insan nasıl olur da sırf ten rengi yüzünden başka bir topluluğa eziyet eder?” diye düşünüp anlam vermeye çalışmış olabilirsiniz. Buna bir sürü kılıf uyduruldu. Kimileri siyahiler günahkâr olduğu için tenlerinin koyu olduğunu söyledi, kimileri de çizgiyi fazlaca aşarak onları insandan bile saymadı.
Ve bu düşünceye 100 ya da 1000 kişi değil, milyonlar ortak oldu. “Kadınlar çalışamaz” gibi düşüncelerden tutup yanlış savaş haberlerine kadar oldukça geniş bir alanda yanıltıcı gerçeklik etkisini gözlemleyebiliyoruz.
Peki bu durumdan nasıl korunacağız?
Bilgiyi alma konusunda medya kuruluşlarına ve belli başlı kişilere yöneliyor, sonra buralarda gördüklerimizi kabul ediyoruz. Bu da bir nevi söyleneni olduğu gibi almak sayılabilir. Güvendiğiniz tek bir kanal yerine çok sayıda kanala danışarak bilgilerin doğruluğunu teyit etmeniz gerek. Bu içeriğimizde bahsettiğimiz farklı türdeki bilgileri doğrulama yollarına başvurabilirsiniz.
Bahsettiğimiz medya kanallarında zaman zaman editörlere bağlı hatalar gerçekleşebilir. Bu sebeple bağımlı sayıldığımız bu kanallardan bilgi alırken de sağlamasını yapmamız gerekiyor. Çünkü yanıltıcı gerçeklik etkisinin içinde olup olmadığımızı maalesef bilemiyoruz. Bu durumda tek başınıza objektif düşünebilmek istiyorsanız kritik düşünme yöntemleri oldukça işinize yarayacaktır.
Şarjda telefonla uğraşmak gerçekten bataryanın ömrünü azaltıyor mu? Ya da günde 10 bin adım atmak insanın ömrünü uzatır mı? Veya acı yemek gerçekten sağlığa yararlı mı?
Bunlara verebileceğiniz stok cevaplar kafanızda hâlihazırda bulunuyor. Sorulduğunda çoğu kişi, “şarja takılıyken telefonla uğraşırsam bataryası hızlı biter” ya da “acı yemek çabuk iyileştirir” gibi cevaplar verecektir. Fakat bu cümlelerin arka planına gelindiğinde çok az kişi onları savunacak argümana sahip olur.
Herkes bu yönde düşünürken de detayların araştırılması çoğu kişiye pek önemli gelmez. Bu noktada birey olarak yapmanız gereken elbette her şeyi öğrenmeye çalışmak için işlerinizi bir kenara bırakıp kendinizi bilimsel makaleler arasında boğmak değil. Akıl yürütme, analiz ve değerlendirme gibi yetilerinizi sivriltmek için eleştirel düşünme yollarını araştırmanız büyük ölçüde yeterli olacaktır.
Sonuç olarak bol bol araştırın
Kaynaklar: 1, 2, 3, 4