Kanada’nın kuzeyinde, adını artık neredeyse herkesin unuttuğu; ancak içinde hala hayat olan bir ‘hayalet şehir’ var. Uranium City isimli bu ‘şehir’, yaşam alanlarının nasıl kurulup bir anda yıkılabildiğinin acı bir kanıtı.
Dünyanın dört bir yanında türlü sebeplerle yıllar içinde ‘hayalete’ dönmüş; yaşamın terk ettiği sayısız kasaba var. Bunların kimileri savaşlar, kimileri verimsiz topraklar, kimileri nükleer krizler, kimileri de madencilik faaliyetleri sonrası bomboş kalmış yerler.
Bu yazımızda ziyaret edeceğimiz kasaba olan Uranium City ise son gruba dahil. Medeniyetten kilometrelerce uzakta kendi halinde yerlilerin yaşadığı bir ‘çadır kent’ken büyük bir şirketin devasa maden ocağına dönüşen, bozulan ve sonra da kurulduğu gibi hızla yıkılan bir şehir. Gelin birlikte Uranium City’nin kuruluş ve yıkılış hikayesine göz atalım.
Uranium City, başlangıçta içinde yerlilerin yaşadığı, sakin ve huzurlu bir köydü
Kanada’nın kuzeyinde Saskatchewan eyaletinde Athabasca Gölü’nün kıyısında, üstünde kuzey ışıklarının dans ettiği, yemyeşil ormanlarla çevrili; bereketli göllerinde balıkların dolaştığı bir yer… Şimdilerde Uranium City olarak anılan bu bölge, eskiden işte böyle sakin, günlerin yavaş aktığı, telaşsız bir köydü.
Bu bölgedeki yerliler; çadırlarda yaşayan, geyik avlayıp balık tutan, ormanlardan yemişler toplayan, geniş bir aile diyebileceğimiz bir grup insandı. Bölgeye karadan ulaşım bile yoktu yani aslında buradaki insanlar ‘dünyadan’ tamamen kopuk bir hayat yaşıyorlardı.
1950’li yıllarda, bölgede maden keşifleri başladı
Yerli sakinler hayatlarına huzur içinde devam ederken, İkinci Dünya Savaşı olup bitmiş; dünya çalkalanmış, savaş sonrası dönemin geriliminin etkileri ise ne yazık ki bu her şeyden uzak toprakları bile vurmuştu.
Aslında Saskatchewan eyaletinin geniş topraklarında uranyum madenlerinin olduğu 1930’lu yıllardan beri biliniyordu. Ancak İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Kanada hükümeti ülke genelinde maden arama çalışmaları için özel arama yasağı getirdi. Bu sebeple bölgede herhangi bir maden çalışması uzunca yıllar yapılmadı.
Fakat yine savaş dönemi ve sonrasında özellikle ABD gibi ülkelerin nükleer silahlar geliştirmek için uranyum çalışmalarını artırması sonrası 1950’li yıllara girerken Kanada da bu konudaki adımlarını yeniden gözden geçirme kararı aldı. Savaştan sonra madenle ilgili yasaklar kalktı ve uranyum cevherine artan ilgiyle birlikte Saskatchewan eyaletinde yoğun bir maden arayışı başladı.
Bu aramalar sırasında Athabasca Gölü çevresinde zengin ve geniş bir bölgede bulunan maden yatakları keşfedildi. Bölgedeki hızlı dönüşüm de başlamış oldu. Eldorado Mining & Refining isimli şirket, bölgedeki tüm maden çalışmalarını yürütmeye başladı.
Uranium City, sıfırdan inşa edildi
Athabasca gölü çevresinde bulunan zengin maden yatakları sonrası, eyalet hükümeti maden çalışmalarını desteklemek için bölgeyi hareketlendirme kararı aldı. Ardından da Uranium City adını alan bölge hızla ‘şehirleşti’. Tabii ki, şehirleşme deyince aklımıza günümüzün dev şehirlerini getirmemek gerekiyor.
Ancak içinde çok da kalabalık olmayan bir grup yerlinin yaşadığı bölge, bir anda ‘büyüdü’. Maden işçilerinin gelmesiyle; Uranium City bir anda eyaletin en hızlı büyüyen yerine dönüştü. Kısa süre içinde ise eyalette ‘şehir’ unvanına sahip olmak için gereken 5000 kişi sınırını aştı.
Şehirde otel, okul, hastane, merkezde büyük bir toplanma alanına dönüşen barlar, yepyeni evler yapıldı. Aradan belki de 3 – 4 yıl geçmeden, Uranium City kalabalık, dibinde uranyum maden ocakları olan büyük bir şehre dönüştü.
Artık bu büyüleyici güzellikteki topraklarda göl kenarında balık tutan babalar ve ormanlarda koşturan çocuklar değil; madende saatlerce çalışıp belki de farkında bile olmadan vücuduna yüksek oranda radyasyona maruz kalan işçiler dolaşıyordu.
Hızla yükselen şehrin sonu da aynı hızla geldi
50’li yılların başından itibaren kurulan, büyüyen ve bir anda ‘gelişen’ Uranium City, 60’lı yıllarda hızlı bir sonun başlangıcındaydı. Uranyum ‘piyasasında’ yaşanan durgunlaşma, Kanada’nın ‘askeri alanda kullanılacak’ uranyum satışlarını durdurma kararı alması gibi gerekçelerle, Eldorado Mining & Refining bazı ‘kesintilere’ gitme kararı aldı.
Aslında 1967 – 68 yıllarında uranyum için ilgi bir süreliğine arttı ancak bu artış, bölgede çıkarılan uranyumu ’emecek’ kadar yüksek değildi. Hal böyle olunca da 1969’da Uranium City civarındaki madenler için ilk kesinti kararları açıklandı.
1970’li yılların ortasında yeni bir hareketlilik dönemi oldu; hatta öyle ki şirket, eyaletin kuzey bölgesindeki maden çalışmalarını da içeren bazı genişleme programları da açıkladı. Tesisleri yenilemek gibi adımlar atıldı. Ancak bu adımların hiçbiri, yaklaşmakta olan sona engel olamadı.
Takvimler 1982’yi gösterdiğinde, şirket ‘artan maliyetler’, ‘düşen cevher kalitesi‘ ve ‘düşüşe geçen uranyum piyasası’ gibi gerekçelerle, aniden bölgedeki tüm operasyonlarını durduracağını açıkladı.
İnşa edilen koca bir şehir, tek bir açıklamayla yok oldu
Uranium City sakinlerinin, bölgede yaşayan az sayıda yerli dışında neredeyse tamamı, buraya yalnızca maden çalışmaları için gelmişti. Bu insanlar için sıfırdan kurulan şehir, gelen tek bir açıklamayla adeta yıkılmıştı.
Bu haber sonrası bölgede yaşayan binlerce işçi ve ailesi bölgeyi mecburen terk ederken, geride kalanlar da vardı. Ancak bu kişilerin sayısı, zamanla 50’ye kadar düştü. Geride kalan bu az sayıda insan için hayat her geçen gün zorlaşmaya başladı. Çünkü ‘şehirdeki’ tüm işletmeler bir bir kapanmış; okul – hastane gibi yerler de hizmet vermeyi durdurmuştu. Arkasından da tüm şehirdeki altyapılar da çalışmaz duruma geldi. Yani aslında Uranium City, 30 yıllık bir ömrün ardından, 1982’de ölüme terk edildi.
Geride radyoaktif atıklar, çöpler ve çürüyen bir şehrin izleri kaldı
Uranium City’nin 30 yıllık hikayesine birlikte göz attık. Fakat aslında hikayenin esas etkileyici kısmı şimdiye kadar anlattıklarımdan çok, bu sonun yarattığı yıkım. Çünkü Uranium City, yalnızca ürkütücü fotoğrafları ve ‘hayalet kasaba’ sıfatı sebebiyle dikkat çekici değil.
Bölge artık adeta dev bir çöplüğe dönmüş durumda. Şehrin etrafında yer alan maden çukurları suyla doldu, bu sular taşarak göle ve toprağa karıştı, tüm doğaya radyoaktif atıklar salındı. Yıllar boyunca bölgedeki radyoaktif atıkların temizlenmesi, milyonlarca ton ağırlığındaki kayaların ‘ortadan kaldırılması’ için pek çok kez görüşmeler yapıldı. Ancak ortaya çıkan dev ‘temizlik bütçeleri’, bu kuytu köşedeki artık yok olmuş şehrin neredeyse tamamen unutulmasına neden oldu.
Radyoaktif atıkların yanında şehirdeki her bir yapı artık neredeyse çürümüş durumda; etrafta terk edilmiş araçlar, binalar ve tesislerden arta kalanlar, bir ormanın ortasındaki dev ve kokuşmuş bir çöplük gibi doğaya karışıyor.
İnsan hikayeleri de en az kirlilik kadar vahim
Aradan geçen bunca yılın ardından, bölgede 2016’da yaşanan bir orman yangını, hem dünyanın hem de Kanada’nın unuttuğu bu bölgenin yeniden isminin anılmasını sağladı. Bölgeye yapılan ziyaretlerin ortaya çıkardığı acı manzara, beraberinde acı hikayeler de getirdi.
Geçmişte orada maden işçisi olarak çalışan pek çok insanın arkadaşlarıyla, yakınlarıyla yapılan görüşmelerde hep aynı bilgi verildi; uranyum madeninde çalışan işçilerden geriye tanıdıkları kimse kalmamıştı. Çünkü pek çoğu, ciğerlerine çektikleri görünmez zehir sebebiyle ölmüşlerdi…
Aslında uranyum radyoaktif bir element olması sebebiyle zaten madencilik faaliyetlerinin zarar verdiği biliniyor. Ancak o yıllarda bu yetmezmiş gibi bambaşka bir sorun daha olduğu iddia ediliyor. Bu iddialara göre yanlış bir bilgi, madencilere ölümle sonuçlanacak bir zarar veriyordu. Söz konusu yanlış bilgi ise alüminyum tozunun akciğerlere zarar veren silikozis hastalığına iyi geldiği idi. Fakat aslında alüminyum tozu, kanserden erken bunamaya pek çok hastalığa neden olarak ölüme yol açabiliyor.
Yerliler için de hayat zordu
Tabii ki bölgede yaşanan bu yıkıcı dönüşümün tek kurbanı işçiler değildi. Bölgede yaşayan ve bir anda köylerinin adeta istila edilmesiyle bambaşka bir hayata alışmak zorunda kalan yerliler de, şirket elini eteğini çekip gidince, avuçlarında bir çöp yığınıyla oldukları yerde kalakaldılar. Bir maden çalışmasının adeta yok ettiği bölge, yerli halkın da kendi dokusunu ve doğal yaşamını kaybetmesine neden oldu.
Doğduğundan beri gölün civarındaki bir çadırda ailesiyle birlikte yaşayan yerli bir kadın, bölgeye gelen ilk ‘beyaz insana’ nasıl şaşırdıklarını ve rüya gibi bir hayatın nasıl ‘bittiğini’ anlatırken, köylerine gelen ilk ‘beyaz insana’ ithafen ‘şeytan’ diyordu…
‘Ama uranyum temiz enerji için kullanılıyor’
Nükleer santrallerin sayısı, enerji üretiminde geleceği ‘daha az kirletecek’ bir alternatif olarak dünyanın pek çok bölgesinde giderek artıyor. Onu bu kadar öne çıkaran şey ise ‘temiz enerji’ olması. Fakat hikayenin arkasına baktığımızda, nükleer enerji santrallerinin en önemli bileşenlerinden olan uranyum elementinin madencilik faaliyetlerinin bıraktığı dev yarayı görüyoruz.
Evet, nükleer enerji pek çoklarına kıyasla ‘daha temiz’ olabilir. Fakat sızıntı ve kaza gibi durumlar dışında, yalnızca madencilik sürecinin bile bu enerjiye ‘temiz enerji’ dememize engel olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz.
Uranium City, aslında ‘özel’ değil. Çünkü dünyanın dört bir köşesinde sırf madencilik faaliyetleri sebebiyle kurulup yıkılan pek çok ‘şehir’ var. Fakat Uranium City, hem yerli halka, hem işçilere hem de doğaya kısacık bir sürede verdiği zararla, durumun vehametini daha iyi anlamamızı sağlıyor.
Uranium City’den geriye kalanlar…
Uranium City’ye havadan bir bakış…
Uranium City’de kuzey ışıkları…
Uranium City’de ailesinin eski evini ziyaret eden bir adam…