Türk müziğinin en etkili türlerinden bir tanesi olan türkü, kültürümüzün ayrılmaz bir parçasıdır. Her biri yüreğimize dokunan bu türkülerin böyle vazgeçilmez olmasının nedeni, yazılmalarının ardında saklı gerçek hikayelerdir. Gelin hikayesi olan türkülere yakından bakalım ve bu güzel tınıların ardındaki derin olayları görelim.
Nasıl bir yaşam tarzına sahip olursanız olun, herhangi bir yerde ansızın bir türkü sesi duyduğunuz zaman oturur dinlemeye başlarsınız. Çünkü türküler Türk milletinin kanına işlemiştir, vazgeçemeyiz. Kültürümüzün ayrılmaz bir parçası olan türkülerin vazgeçilmez olmasının nedeni her birinin yazılmasının ardında saklı olan hikayelerdir. Maalesef bu hikayeler son derece hüzünlüdür.
Severek dinlediğimiz ünlü türkülerin hikayeleri hakkında pek çok efsane dolaşmaktadır. Bunların hangisi tam olarak doğru kesin olarak bilinmiyor ancak müzik tarihçileri tarafından bu konu hakkında yapılan sayısız çalışmaya göre diğerlerinden daha doğru kabul edilen bazı hikayeler var. Gelin hikayesi olan türkülere yakından bakalım ve bu güzel tınıların ardındaki derin olayları görelim.
Hikayesi olan türküler:
‘Boynumu bükük koyan aşk hikayesi’: Zahidem
Kırşehir’de bir köyde, Neşet Ertaş’ın eline bir kağıt parçası tutuşturulur. Bu kağıtta, öksüz bir çocuk tarafından yazılmış bir şiir vardır. Neşet Ertaş bu şiiri okur, hikayesini dinler ve o kadar etkilenir ki besteleyerek Zahidem türküsü haline getirir. Neşet Ertaş, “Benimki, boynumu bükük koyan eski bir aşk hikâyesidir. Çalgıcı dediler kız vermediler” demiş ve aslında herkesin bir Zahidesi olduğunu söylemiştir.
1901 yılında doğan Arap Mustafa, küçük yaşta kimsesiz kalmış ve akrabaları tarafından büyütülmüştür. Çocuk yaşta Hacı Bürozade Mehmet isimli bir ağanın yanında çalışmaya başlayan Arap Mustafa, ağanın kızına aşık olur. Elbette ağa kızını vermez. Arap Mustafa askere gittiği zaman duyar ki Zahide isimli bu kız evlendirilmiştir. O da alır eline kağıdı kalemi, acısını dizelere döker.
Korkunç bir yanlış anlaşılma: Sunam
Fahri Bey ile Suna Hanım arasında dillere destan bir aşk vardır. Bir gün kadınlar hamamında Suna Hanım’ın arkadaşı Neriman, onun sırtında ilginç beni görür ve nedense bunu da kocası Mustafa’ya anlatır. Bir zaman sonra Mustafa ile Fahri Bey arasında bir tartışma yaşanır ve Mustafa “Sen benimle kavga edeceğine, karına sahip çık. Ben senin karının sırtındaki beni bile bilirim” der.
Fahri Bey’in başından aşağı kaynar sular dökülür, ihanete uğradığını düşünür. Suna Hanım’la konuşur, doğrusunu öğrenir ama içine bir kurt düşmüştür bir kere. Araları bozulur, sık sık kavga ederler. Bir gün Fahri Bey bir kavga sonrası evden çıkar gider. Döndüğünde Suna Hanım’ı intihar etmiş bulur. Suna Hanım intihar notunda “Kusura bakmayın Beyim. Şüphelerinizin nedenini uzun zamandır biliyordum. Adımı temize çıkarmanın başka bir yolunu bulamadım. Şunu unutma, ben seni asla aldatmadım.” yazmıştır. Fahri Bey acısını Sunam şiiriyle anlatır.
Yalnızca masum bir aşk: Suzan Suzi
Osmanlı zamanında Diyarbakır’a taşınan varlıklı bir süryani ailesinin çocuğu olmamaktadır. Adaklar adanır, şifalar aranır ve sonunda dünya güzeli bir kızları olur. Suzan adını verdikleri bu kıza, süryani bir aileden geldiği için Osmanlıca Suzan Suzi denir. Suzan, çok güzel bir kızdır.
El üstünde tutulan Suzan ile annesi bir gün kurban kesmek için Kırklar Dağı’na giderler. Burada ilk kez karşılaşan Suzan ile Adil birbirlerine aşık olup kaçarlar ve o gece birlikte olurlar. Haber duyulur, Suzan’ın şehirde adı çıkar. Buna dayanamayan Suzan, On Gözlü köprüden atlayarak canına kıyar. Sevdiğinin ölüm haberini alan Adil de onun arkasından atlar. İki aşığın hazin sonu, bölgenin ozanları tarafından dilden dile aktarılır.
Pusuya düşürülen aşık: Merdo
Köyün birinde yaşayan kimsesiz ve fakir Merdo, çeşme başında bir kız görür ve birbirlerine aşık olurlar. Kızı, komşu köydeki yaşlı bir adama verdiklerinde Merdo perişan olur. Bir kez de olsa kızı görebilmek için sık sık komşu köye gider ama ne çare. Bir gün yolda karşılaştığı meczupa bu durumu anlatır. Meczup da bu durumu kızın kocasına anlatır. Kızın kocası “Sevdiğin olduğunu bilsem seninle evlenmezdin, görüşün ama kimse duymasın, ben ölünce evlenirsiniz.” der.
Merdo ve genç kız yeniden buluşmaya, konuşmaya başlarlar. Ancak bu durum köylülerin kulağına gider ve kızın kocasını doldurmaya başlarlar. Adam, Merdo’yu öldürmeye karar verir. Meczup, tüm bunlardan haberdardır ancak Merdo’yu ikna edemez. Genç kız ile buluşmak için her zamanki gibi o köprüden geçen Merdo, kızın kocası ve adamları tarafından oracıkta öldürülür. Meczupun anlattığı bu hikaye dilden dile dolaşır.
Hain bir saldırı: Mağusa Limanı
Kıbrıs’ın Mağusa Limanı’nda hamal olarak çalışan Ali, evli ve bir çocuk babasıdır. Her akşam eve gitmeden önce limandaki bir meyhanede bir şeyler içer ve öyle evine döner. Bir gün meyhanede işgalci İngilizler tarafından bölgeye gönderilen yedi Hintli asker ile arasında bir tartışma yaşanır. Ali hepsini haşat eder, kaçması söylenir ancak kendi memleketimde işgalcilerden neden kaçacağım der ve kalır.
Ali, ertesi gün meyhaneye gittiği zaman bu sefer aynı yedi Hint askeri silahlı olarak onu beklemektedirler. Birini yumruğuyla deviren Ali, diğerlerine karşı koyamaz ve süngü darbeleri ile delik deşik edilir. Hintli askerler ibret olsun diye ölmek üzere olan Ali’yi Mağusa Limanı’na getirirler. Ali’nin eşi haberi almış ve koşarak gelmiştir. Ali yedi bıçak yarasına dayanmaz olmuş, eşinin kollarında hayatını kaybetmiştir.
Bir hiç uğruna: Mamoş
Bir zamanlar Elazığ’da Bekir Hoca isimli orta yaşlı bir adam yaşarmış. Halk tarafından sevilen Bekir Hoca, bir gün kendinden epey genç bir kızla evlenmiş. Kızın gönlü pek yokmuş ama zaman içinde alışmış. Şehrin varlıklı ailelerinden birinin oğlu Mamoş olarak bilinen Mehmet, şehir dışında eğitim görmüş ve Elazığ’a geri dönmüştür. Mamoş ile Bekir Hoca’nın eşi pazarda karşılaştıktan sonra ilk görüşte birbirlerine aşık olurlar.
İkili arasındaki masum sevgi giderek yasak aşka dönüşür. Bu durum Bekir Hoca’nın da kulağına gider. Bir gün Bekir Hoca’nın evden erken çıkmasını fırsat bilen eşi hemen Mamoş’u eve alır. Zaten bunu planlamış olan Bekir Hoca genç aşıkları basar. Mamoş’un kalbine, kızın da yüzüne bir kurşun sıkarak ikisini de oracıkta öldürür. Bu hikaye dilden dile anlatılarak türkü olur.
Bir şehit annesinin ağıdı: İki Keklik
Bir zamanlar Balıkesir’de Mehmet Şevki Bey isimli oldukça zengin bir bey yaşarmış. Bu beyin eşi Şöhret, oyalı yazmalar ve şık ayakkabılar giyermiş. Oğlu askerde olduğu için Şöhret Hanım tek başına zeytin toplamaya gider ve burada kekliklerle konuşarak vakit geçirirmiş. Yine böyle bir günde oğlunun şehit olduğu haberini duyan Şöhret Hanım oracıkta bir ağıt yakarak yürek acısını ölümsüzleştirir.
Türk milletinin ağıdı: Kara Tren
Kara Tren bir kişinin değil, bir milletin türküsüdür. Birinci Dünya Savaşı sırasında dört bir yandaki cephelerde mücadele eden askerlerimiz, evlerine haber vermek için yazdıkları mektupları kara trenlere yükler ve öyle gönderirlerdi. Tren garlarında kocasının, çocuğunun, babasının haberini bekleyen insanları anlatan bu türkü acı haber alanların ve gidenlerden bir daha hiç haber alamayanların feryadıdır.
Severek dinlediğimiz hikayesi olan türkülerden bahsettik ve kısaca bu türkülerin ardında saklı olan olayları anlattık. Elbette bu liste çok daha uzun olabilirdi. Tınılarıyla dinleyenleri duygulandıran diğer hikayesi olan türküleri yorumlarda paylaşabilirsiniz.