Sıkı durun, acayip bir maceraya çıkıyoruz
Sizi bilmiyorum lakin benim başımdaki “dövüş oyunları” hiyerarşisinde Street Fighter biraz alt sıralarda kalıyor. Nedenini tam olarak bilmiyorum lakin her vakit Mortal Kombat ve Tekken ikilisi biraz daha öne çıkmıştır benim için. Hazır Tekken 8 de yoldayken, Mortal Kombat’a uyguladığımız tarifeyi bir de Tekken için yapalım istedik.
Yeni oyuna başlamadan evvel kıssanın başlangıcına ve nereden geldiğimize birlikte bakacağız. Alışılmış ki bu öykü de çok uzun ve çok karmaşık. Bu sebeple de iki kesim halinde, sizin de rahat okuyabilmeniz için, yayınlanacak.
Hadi başlayalım.
Her Şeyin Başlangıcı
1994 yılında çıkmış bir oyundan bahsediyoruz. Dövüş oyunları o periyotlar çok fakat çok kolay kıssalara sahipti çünkü oyunların devamının çıkacağından bile emin olmak güçtü. Bu nedenle birebir Mortal Kombat üzere, Tekken’in kıssası de bir oldukça karmaşık.
Hatta Tekken’in kıssası kendi başında bir “delilik”.
İlk olarak ana oyundaki kıssadan ve genel durumdan bahsederek başlamak istiyorum. Böylelikle hem ana karakterleri tanıyacak hem de öykünün gidişatına âlâ bir başlangıç yapmış olacağız.
Orijinal oyunun kıssası aslında bir “intikam” serüvenini anlatıyor. Dünyanın en güçlü kuruluşlarından olan Mishima Zaibatsu’nun işvereni Heihachi Mishima, kendi oğlu Kazuya ile bir dağın zirvesinde dövüşmeye başlıyor. Bu sıralarda Kazuya epey küçük. Dünyanın en güçlü dövüş sanatları ustasının karşısında bir şey yapamıyor elbette.
Heihachi, kendi oğlunu uçurumdan aşağı atmaya karar veriyor. Zira bu harika saçlı abimiz, oğlunun bu düşüşten kurtulması halinde gerçek bir Mishima olabileceğini düşünüyor. Varsayım etmediği tek şey ise Kazuya’nın yalnızca düşüşten kurtulması değil, birebir vakitte intikam hissiyle dolup taşması.
İlk Tekken, bu düşüşten tam 21 yıl sonrasını anlatıyor.
Heihachi, Mishima Zaibatsu’nun denetimini genç yaşta eline alıyor. Bu zaman teslim merasimi ise sandığınız üzere sevinçli değil. Zira “resmi” olmasa da, Heihachi’nin babası Jinpachi’yi ortadan kaldırarak gücü ele geçirdiği söyleniyor. Şu ana kadar kendisi hakkında anlattıklarıma bakarak bunun bir sav olmadığını görebilirsiniz.
Heihachi şirketi ele geçirmesinden itibaren bu dev kuruluşu organize kabahat örgütü haline getirerek dünyayı yönetiyor resmen. Heihachi, dorukta geçirdiği yıllar ile birlikte gerçeklikten de kopuyor elbette. Hatta bir gün ormandan bir ayı yavrusu alıp onu yetiştirmeye karar veriyor. Kuma isimli oynanabilir karakter, Mishima tarzı dövüş sanatını öğreniyor. Evet, Heihachi bir ayıya dövüş sanatını öğretiyor.
Tag Tournement’a değinmeyeceğim ancak bu görüntüyü almazsam olmazdı.
Bu mental yorgunluk Heihachi’yi birinci King of Iron Fist turnuvasını düzenlemeye itiyor. Dünyadaki en âlâ dövüşçüleri turnuvaya davet eden Heihachi, birinciye de dev bir ödül vereceğini müjdeliyor.
Tabii turnuvaya Kazuya da katılıyor.
Kazuya’ya daha sonra değineceğim için şimdilik öbür karakterlerimize bakalım.
Orijinal Kadro
Turnuvaya katılanlar ortasında dikkat alımlı isimler var. Örneğin Jack isimli Android. Bu arkadaş Dr. Bosconovitch tarafından Ruslar için geliştirilmiş. Seri üretimi olan Jack’in ana emeli Kazuya’yı durdurabilmek.
Bosconovitch demişken serideki favori karakterlerimden biri olan Yoshimitsu’ya da değinelim. Manji klanının başkanı olan Yoshi’nin robotik kolunu da Bosconovitch geliştirmiş. Robin Hood gibisi işler yapan bu klanın ana hedefi berbatları ortadan kaldırmak ve zenginden alıp yoksula vermek.
Yoshimitsu’yu özel kılan bir öteki ayrıntı da kılıcı. Eski Japon efsanelerinden fırlama bu kılıç, bizim “o silah çekildi mi patlar” anlayışıyla çalışıyor. Yani Yoshi, kılıcını çektiğinde laneti dindirebilmek için kan dökmek zorunda. Aksi takdirde kılıç, kullanıcısının zihnini ve bedenini ele geçirebiliyor. Olağan Yoshi için kan dökmek hiçbir vakit sorun olmadı…
Turnuvaya katılmaktan çekinmeyen bir isim de Lee Chaolan. Lee, Heihachi’nin “üvey” oğlu ve büsbütün Kazuya ile baş başa dövüşebilmesi için eğitilmiş. İlerleyen oyunlarda Lee’nin kıymeti artacak, değineceğiz.
Gelelim benim şahsi favorim King’e. Çocukluktan beri aşık olduğum Lucha Libre’den fırlayan Jaguar maskeli bu dostumuz, rakiplerine dev suplex’ler vurarak savaşları kazanıyor. Yüzünü yalnızca bir sahnede görebildiğimiz King, ilerleyen oyunlarda çok daha karmaşık bir kıssaya kavuşacak. Ancak birinci oyun için King’in tek hedefinin, yetimlerle dolu yetimhanesini ayakta tutmak olduğunu belirtelim.
İlk oyunun saklı karakterlerinden olan Armor King ise, yepyeni King’in kendisini “rezil” etmesinin akabinde turnuvaya katılıyor. Olağan her iki King de, kendi “Jaguar” lisanlarında konuşuyor…
Buraya ufak bir parantez açarak neden karakterleri anlattığımı açıklayayım. Mortal Kombat’ın “iyi berbata karşı” yapısının bilakis, çok daha karmaşık bir öyküye sahip Tekken. Birinci oyunun ana karakteri olarak tanıtılan Kazuya’nın gerçek bir makûs olduğunu söylemek gerek. Yani bu nedenle en azından birinci oyundaki özgün karakterlerin kıssalarını bilmenin gerçek olduğunu düşünüyorum. Daha sonraki oyunlarda öykü için ehemmiyet taşıyan karakterlere de bakacağız ancak hepsinin ayrıntılarını paylaşmayacağım.
Devam edelim…
İlk turnuvanın ve öteki Tekken oyunlarının kıymetli iki ismi: Williams kardeşler. Anna ve Nina, ailelerinden aldıkları eğitim ile dünyanın en kıymetli suikastçileri haline gelmişler. Bu ikili her ne kadar kan bağına sahip olsa da birbirlerinden nefret ediyor.
Hatta her fırsatta birbirlerinin işlerine karışıyorlar. Kardeş sevgisi…
Michelle, Ganryu ve Marshall Law da bu turnuvaya katılanlardan. Bilhassa Marshall Law, dövüş oyunlarının olmazsa olmazı Bruce Lee kopyası. Her turnuvaya da parasızlık yüzünden katılıyor ama pek çoklarının favorisi pozisyonunda.
Paul Pheonix ise son yıllarda serinin “komik” karakteri olmuş olsa da Tekken lore’unun en acayip adamlarından biri. O denli ki kendisi, Kazuya ile dövüşüp berabere kalmayı başarmış. Kendisi ilerleyen oyunlarda da gücünü bir sefer daha kanıtlayacak.
İlk King of the Iron Fist turnuvasının yarı finalinde Kazuya ile Paul Pheonix bir kere daha karşı karşıya geliyor. Paul’u bu sefer yenmeyi başaran Kazuya, finalde babası Heihachi’nin karşısına çıkıyor.
Ve elbette öcünü alıyor.
Kazuya, babasını uçurumdan aşağı atarken ince bir gülümseme atıyor kameralara. Böylelikle birinci Tekken’in sonuna geliyoruz.
Tekken 2
Tekken 2 ile birlikte öykünün çıldırmaya başladığını göreceksiniz. O yüzden kemerlerinizi bağlayın.
Öncelikle şimdiki durumdan bahsedelim. Mishima Zaibatsu’nun tüm gücü Kazuya’nın eline geçmiş durumda. Tıpkı vakitte Kazuya’nın Heihachi’yi dağdan atmasının üstünden de iki yıl geçmiş.
Bu iki yılda organize cürüm örgütünü geliştiren Kazuya’nın bilmediği bir şey var natürel ki. Bir Mishima’yı öldürmek sandığı kadar kolay değil. Yani bu sefer de Heihachi o kanyondan tırmanarak intikam yeminleri ediyor.
Intro’nun, müziğin kalitesine bakar mısınız ya!
Bu esnada Kazuya, Dr. Bosconovitch’i de kaçırarak değişik deneyler yapmaya başlıyor. Bu deneylerin en değerlisi de “hayvanlardan” oluşan bir ordu. Evet, yanlış duymadınız. Kazuya, tıpkı Kuma üzere dövüş sanatlarına aşina hayvanlar üretmek istiyor. Bosconovitch de Kazuya’nın bu dileğini yerine getiriyor.
İlk projenin ismi Roger. Roger aslında ailesi olan bir kanguru. Bosconovitch daha sonra emsal bir yolla bir dinozoru da dövüş makinesine çeviriyor.
Peki bu neden değerli? Zira bu araştırmalar için toplanan hayvanlar, WWWC örgütünün dikkatini çekiyor. Ve bu durum, Tekken tarihinde dev bir kırılma yaratacak olayları tetikliyor.
WWWC, bölgeye Jun Kazama isimli araştırmacıyı gönderiyor. Jun, bir biyolog olduğu üzere “Kazama stili” ismi verilen dövüş sanatının da ustalarından biri. Tam bir yeterlilik timsali olan Jun bir biçimde, nasıl oluyor nitekim bilmiyoruz, Kazuya ile yakınlaşıyor. Tekken tarihinde kısa bir müddet de olsa, düzgün ve makus bir ortaya geliveriyor.
Bu aşkın meyvesi de, Tekken tarihinin en edgelord adamı Jin Kazama oluyor elbette. Buna da ilerleyen oyunlarda değineceğiz.
Buraya Williams kardeşler için de bir parantez açalım. İkili tam bu noktada dondurularak derin bir uykuya alınıyor. Williams kardeşler, Tekken 3’te geri dönecek…
Gelelim Kazuya’ya… Tekken 2 ile birlikte serinin gidişatını değiştirecek olaylardan biri de Kazuya’nın genleri. Oyunun lore manasında ana karakteri Heihachi, finalde Kazuya ile karşı karşıya geldiğinde inanılmaz bir durum ile karşılaşıyor. Kazuya, kanatlı ve gözlerinden ışın atabilen bir iblise dönüşebiliyor. İşte biz de bu hale, “devil gene” yani şeytan geni ismini veriyoruz.
Senin yüzüne ne olmuş? NE OLMUŞ?
Bu “devil gene” sayesinde Kazuya kanatlı bir şeytana dövüşebiliyor. Lakin bu şeytanın kendi emelleri ve niyetleri var. Bu sebeple de oyunlarda bu karakterleri, bağlı oldukları bedenlerden farklı olarak oynayabiliyorsunuz.
Heihachi dedem için ise bunlar yalnızca formalite. Kanatlı, kanatsız, lazerli, lazersiz… Fark etmiyor kendisi için ve Kazuya’yı devirmeyi başarıyor. Ama kendisi, birinci yanlışını tekrarlamamakta ısrarcı. Bu nedenle Kazuya’yı dağdan aşağı değil, etkin bir volkanın içine atmayı düşünüyor.
Tekken 3
Eminim hepimizin Tekken 3 ile harika anıları vardır. Tekken serisinin dövüş oyunları dünyasına ismini altın harflerle yazdırmasını sağlayan oyun, seriyi de yeni bir rotaya döndürüyor. Tekken 3, ikinci oyundan tam 18 yıl sonrasını anlatıyor.
Artık Kazuya yok. Yani, var da yok… Tekken 3’teki temel oğlanımız Jin Kazama. Kazuya ve Jun’un oğlu artık genç bir delikanlı olmuş. Heihachi ise geçen 18 yılda saçlarını ağartmış.
Tekken 3’e, Güney Afrika’da uyanan kadim bir varlığın kıssası ile başlıyoruz. Ogre isimli bu dev varlığın tek hedefi, dünyanın en güçlü dövüş ustaları ile savaşıp onların “çi” gücünü elde etmek. Hatta bu uğurda Baek isimli bir Tae Kwon Do ustasını komalık ediyor. Bununla da yetinmiyor, canım ciğerim özgün King’i de öldürüyor.
Evet, yepyeni King’i öldürüyor.
Yani Tekken 3’teki King, aslında orjinal King değil. Tersine Jaguar maskesini, orjinal King’in yetimhanesinde yetişmiş bir çocuk takıyor. Bu yeni King’i ise, Armor King eğitiyor.
Ogre hakkında internette çok fazla bilgi yok. Bazıları bu varlığın büsbütün çi gücünden oluştuğunu söylerken, bazıları uzaylılar tarafından gönderildiğini dahi söylüyor. Zira bu varlık kendi lisanında konuşuyor.
Kendi lisanı demişken, Tekken’de en sevdiğim ayrıntılardan birinin bu lisan sıkıntısı olduğunu da ekleyeyim. Tekken aleminde herkes birbiri ile anlaşabiliyor olsa da, herkes kendi lisanında konuşuyor. Yani Paul İngilizce konuşurken, Heihachi yalnızca Japonca konuşuyor. Harika bir ayrıntı bana sorarsanız.
Ogre’a geri dönelim. Avlarını takip etmeye devam eden bu kadim varlık, elbette bir noktada Jun Kazama’nın da kapısını çalıyor. Jun, bu makûs enerjiyi hissettikten sonra oğluna tek bir tavsiyede bulunuyor:
“Bana bir şey olursa, deden Heihachi’ye git.”
Ve tam da Jun’un kestirim ettiği üzere Ogre kendisini alt ediyor. Tekken 3’ten beri oyunlarda görünmeyen Jun Kazama, birinci sefer Tekken 8’de geri dönecek bunu da not etmiş olayım.
Efendim bu olayın akabinde hakikaten dedesinin kapısını çalan Jin, hem Kazama hem de Mishima üslubu dövüş tarzlarını harmanlayarak gerçek bir savaşçı oluyor. Heihachi’nin niyeti çok daha farklı tabii…
Heihachi her vakit olduğu üzere berbat kanılar içinde. Hedefi bu Ogre denen varlığı araştırarak kendisinin gücüne güç katabilmek. Bunun için de Jin’i eğitiyor ve Mishima Politeknik Üniversitesi’ne dahi gönderiyor.
Burası da kritik çünkü Jin, hayatı boyunca kendisinin yanında olacak Ling Xiaoyu ile burada tanışıyor. Çinli dostumuz Jin’e karşı ağır hisler besliyor ve öykünün geri kalanında da Jin ne yaparsa yapsın yanında oluyor.
Xiaoyu da Heihachi’nin kanatları altına aldığı isimlerden biri. Hatta Heihachi yeteneklerini o kadar beğeniyor ki, yeniden kendisinin eğittiği Panda’yı Xiaoyu’ya “koruma” olarak armağan ediyor.
Maalesef yepyeni Kuma hayatını kaybetmiş. Lakin evladı Kuma, hayatına ve dövüş turnuvalarındaki varlığına devam ediyor. Bu Kuma da Panda’ya delicesine aşık. Çok tatlı ve komik orta sahneleri var hatta.
Ünlü Tae Kwon Do ustası Baek’in son öğrencisi Hwoarang de King of Iron Fist 3’e katılan isimlerden biri. Hwoarang ve Jin ortasındaki bağ da oyunlar geçtikçe güçlenecek. Ancak bu ikili şu anda çok önemli halde rakipler.
Bu turnuvanın en özel isimlerinden biri de Eddy elbette. Neden bilmiyorum fakat her Türk oyuncunun yakından tanıdığı bu karakter, dövüş oyunu janrının da en özel atak şemalarından birine sahip. İşlemediği bir kabahat yüzünden mahpusa giren Eddy Gordo, hapishanede bir capoeira ustasından eğitim alıyor.
Eddy, mahpustan çıkıp turnuvaya katılarak babasının gerçek katilini bulma peşinde. Natürel bunu, estetik dövüş hareketleri ile yapıyor.
Ya şu hareketler günümüzde bile inanılmaz etkileyici duruyor.
Williams kardeşler, olan bitenin akabinde derin uykularından uyanıyorlar. Mishima Zaibatsu’nun üstlerinde yaptığı testler sonrası Anna olağan formda uyansa da, Nina hafıza kaybı yaşıyor.
Tekken 3’ün son sahnelerinde ise 46 yaşındaki Paul Pheonix’in gösteri yaptığını görüyoruz. Yarı finalde temel oğlanımız Jin’i de yere seren Paul, karakterlerin yarısının canına okuyan Ogre’ı da yenmeyi başarıyor.
Tabii burada ufak bir nüans var.
Paul galibiyetine sevinirken, Ogre asıl haline evrilmeye başlayarak True Ogre oluveriyor. Doğal ki Paul savaş alanından uzaklaştığı için bu durumdan haberi yok. Bu nedenle de annesinin öcünü almaya giden Jin, Ogre’ın asıl halini alt ederek turnuvayı kazanan isim oluyor.
Maalesef Heihachi bunun için de plan yapmış. Ogre yok olduktan sonra Jin’i öldüren Heihachi, Jin’in de içerisindeki “devil gene’i” uyandırıveriyor.
Jin ve Devil Jin savaşı da bu noktada başlıyor.
Tekken 3’ün gerçek sonu
Bundan sonra toparlayacağımız 4 oyun daha var. Ancak daha fazla uzamaması ve okuma keyfinizi artırmak ismine bu seriyi de iki kesim yapmaya karar verdik.
Tekken 8 öncesinde öykünün geri kalanını haftaya okuyabileceksiniz.
