Savaş Tanrısı Kratos, 2018 yılında öyle bir geri dönüş yaptı ki aklımızı başımızdan aldı desem yalan olmaz. O nasıl bir oyundu öyle, o nasıl kamera kullanımıydı, o nasıl destansı bir hikâyeydi… Yani şu an şu satırları yazarken bile gözümün önüne gelen sahneler içimi kıpır kıpır etmeye yetiyor. Ancak içimin böylesine coşkuyla dolu olmasının bir sebebi daha var. O da bu başyapıtın, bu destanın şimdi daha da çok kişiye ulaşacak, daha fazla insanın yüreğine dokunacak olması.
God of War, PC’ye hoş geldi! Kratos, adamım, gel şimdi yanıma otur da biraz soluklan. Yorulmuşsundur o troll senin, bu valkür benim, o dağ senin, bu orman benim dolanmaktan, birbirinden zorlu düşmanların canına okumaktan, Dokuz Diyar’ın en yüksek tepesine ulaşmak için önüne gelen tüm engelleri aşmaktan, Atreus’a adım adım yol göstermekten, babalık yapmaktan… Gel şimdi biz Can Arabacı’yla birlikte kafa kafaya verip senin o olağanüstü yolculuğunu bir kez daha yad ederken sen de dinlen, sonraki maceraların için güç topla.
Aslına bakarsanız ben God of War’u çıkışının üzerinden neredeyse bir yıl geçtikten sonra oynayabildim, çünkü ilk çıktığı zamanlarda bir PS4’üm yoktu. Okuduğum incelemeler zaten merakımı katlamıştı, bir de üstüne kardeşim Erce’nin düzenli olarak whatsapp’tan attığı “Olm bu nasıl bir oyun”, “Abi bunu kesinlikle sen de oynamalısın”, “Bak istersen PS4’ü göndereyim, n’olur oyna” gibi mesajları beni iyice gaza getirmişti. O yüzden elime imkan geçtiği an ilk olarak hangi oyunu oynadığımı tahmin edebilirsiniz. Tabii Bahar o yokken oynamamı yasaklamıştı ama olsun (izleyicim olduğu için hiçbir sahnesini kaçırmak istemiyordu doğal olarak).
God of War tek kişilik bir oyun, ama bir kez bitirmek insana yetmiyor. Hadi benim daha yapacak işlerim vardı kendimce, peki sen Can, şu oyunu iki kez bitirmiş olmana, hatta platinlemene rağmen PC versiyonunu da oynamayı neden bu kadar çok istedin?
Valla ne yalan söyleyeyim, zaten Ragnarök’a yakın şöyle bir tur daha oynayıp bir kas hafızamı tazeleyeyim, hikâyenin detaylarını tekrar bir anımsayayım istiyordum; o açıdan oyunun PC’ye gelmesi adeta imdadıma yetişmiş gibi oldu. Bir de açıkçası özellikle oyunu ilk oynadığım sıralarda henüz ebeveyn olmanın nasıl bir duygu olduğunu bilmezken, oğlum olduktan sonra karakterlere ve nüanslara bakışımın değişip değişmediğini de görmek istedim biraz. Bu niyetle başına oturduktan sonraysa bir baktım kaptırdım gidiyorum yine. Oynadıkça “Aa, burada şöyle bir sandık vardı”, “Odin’in kuzgunu uçuyordu sanki buralarda bir yerde” falan diye bir aşinalık gelmeye başladı; kendimi yine Dokuzlar Kıyıları’nda kürek çeker, Mimir’in hikâyelerini dinlerken buldum…
Aslında benim de oyunu bir kez daha oynamayı istememin başlıca sebebi tam olarak söylediğin şeydi: ebeveyn olmanın oyun oynarkenki hisleri ne kadar değiştirdiğini gerçekten çok merak ediyordum. Neyse, bu mevzuyu sonra eğiliriz zaten, anlatacak çok şeyimiz olduğunu tahmin edebiliyorum.
Ben senin aksine oyunu platinlemediğim için kaçırdığım bazı şeyler varmış, o yüzden bu sefer daha detaylı oynarken beni şaşırtan kısımlara da denk geldim. Ama genel olarak oyunun PC versiyonu, PlayStation versiyonuyla içerik olarak bire bir aynı. Belki PC oyuncuları kendilerine özel bir şeyler görmeyi bekliyor olabilir ama bence böylesi çok daha iyi olmuş. Diğer türlü bu sefer de PS4/PS5 oyuncularının kaçırdığı şeyler olacaktı, bir kere o topa girdin mi de çıkışı yok valla.
Tabii şimdi herkesin God of War’u bildiğini varsayıyoruz ama adettendir, şöyle çok kısaca da olsa bir hikâye özeti geçsek mi ne dersin? Yani şimdi karşımda koskoca Lorekeeper bir adam dururken hikayeyi de ben anlatmayayım, ayıp olur.
Ooo bombayı kucağıma atıp kaçtın resmen!
God of War’un hikâyesi Kratos’un önceki hikâyelerine göre daha “olgun” ve “dingin” aslında. Hani eski God of War’ları da çok severim ama biraz nasıl desem, daha “kes baba keselim” kafasında vahşi ve kaotik yapıları var. Ha, arada müthiş duygu yüklü sahneleri olmadığından da değil hani. Chains of Olympus’taki Elysium sahnesi aklımdan çıkmaz mesela. Burada aslında tam zıttına çevirmişler önceki formülü. Kratos eskisi gibi keskin sirke modunda değil, böyle daha ağırbaşlı bir havası var. Oyun da zaten eşi Faye’nin ölümünün hemen ardından, onun cenaze töreniyle açıldığından fazlasıyla melankolik bir başlangıç yapıyor. Hem Kratos’un hem de oğlu Atreus’un aslında en başından beri net bir amacı var: Faye’nin son arzusunu yerine getirmek için diyarın en yüksek dağına çıkıp küllerini savurmak. Bütün macera, yolculuk bundan ibaret ama mevzu bu kadarla kalmıyor. Aesir tanrıları Nors mitolojisiyle ilgili olanların da bildiği üzere biraz fazla kendi içine kapalı bir panteon. Haliyle başka diyarlardan kopup gelmiş bir tanrıya hoş bakmayacaklarının Kratos da farkında ve öncekinden farklı olarak “Dur ben sabah kahvaltısında gidip bir Thor’u döveyim, öğle yemeğinde Baldur’u pataklayayım, akşam yemeğinde de Asgard’a dayanıp Odin’i şişe geçiririm” yapmak yerine gizli kalmayı seçiyor. Bunun nüansları da hikâyeye çok güzel yedirilmiş; karşısına çıkan herkese şüpheyle ve ketum bir şekilde yaklaşması, Atreus vermesi gerekenden fazla bilgi verdiği zaman “BOY!” diye hönkürerek uyarması falan…
Ha, böyle sakin ve karşılaşmadan kaçınan yapısına rağmen arada eski Kratos’tan izler de görmüyor değiliz tabii. Özellikle daha başlarda şu “Yabancı” arkadaşın gelip “Siz kimlerdensiniz bakayım?” diye tekerine çomak sokmasıyla Sparta’nın közleri tekrar kor alevler halini alıyor. Kratos’un o dingin halleri bu tarz öfkesinin patladığı sahneleri de çok daha etkileyici yapmış bana sorarsan. Mesela oyunun daha ilerilerinde şimdi spoiler olmasın diye üstü kapalı anlatacağım ama, şu Atreus’la sırt sırta vererek dövüştüğümüz sekans falan açıkçası Titan tepelemekten daha çok heyecan verdi bana. 4 sene önce oynayıp incelediğimde de etkilemişti, bugün yine dönüp oynadığımda aynı şekilde tekrar etkiledi. Şarap gibi karakter ve hikâye yazmışlar resmen Kratos’a bu sefer. Yıllandıkça verdiği tat damağında kalıyor.
Ayrıca Valkür’lerin de oyundaki alışıldık tarzda “boss savaşı” açlığını karşıladığını düşünüyorum aslında. Tamam, daha çok bir yan görev gibi çıkıyor karşımıza ama hepsini arayıp bulmak, bulduktan sonra boynumuza basa basa bizi tekmelemeleri, defalarca baştan başlayıp sonunda işe yarayan taktiği bulup yenmek falan… Yani durup düşününce en az eski God of War’lardaki bazı destansı savaşların aklımda yer etmesi gibi Valkür savaşlarının da zihnimde yer ettiğini fark ediyorum. O açıdan da bir eksiği yok, sadece daha olgun, tok ve ağırbaşlı hissettiriyorlar oyunun diğer kısımları gibi onlar da.
Tamam eski God of War’lar da çok güzeldi, oyun tarihinde apayrı bir yerleri var ama bu yeni God of War’u son yılların en iyi oyunlarından biri seviyesine taşıyan, ‘destansı’ dememizin sebebi de tam olarak bu değil mi? Kratos’un sadece aksiyonun dibine vuran, geçmiş, günümüz veya gelecek kaygısı olmayan bir karakter olmaktan çıkarak olgunlaşması ve Cory Barlog’un hikaye anlatımını bu sefer her şeyin merkezine yerleştirmesi…
Ben God of War serisinin dövüş mekaniklerini hep çok sevmişimdir, ancak bu sefer aksiyon bakımından çok daha derli toplu, oyuncuyu çok daha dikkatli davranmaya iten bir yapısı var bu God of War’un. Bir kere işin içine baltanın girmiş olması harika olmuş. Eskiden olduğu gibi zincirli bıçakları rastgele savurup bir sürü düşmanı aynı anda temizleme olayı geride kaldı. Onun yerine hafif ve ağır saldırıları daha iyi kullanmak, kombolardan faydalanmak, aynı anda çok sayıda düşmanı öldürmeye çalışmak yerine düşmanlara tek tek odaklanmak gerekiyor mesela. Farklı düşmanların farklı taktikler gerektirmesi (sıkıysa Revenant’ları dümdüz baltayla öldürmeye çalış), hele ki boss savaşlarının ihtişamı ile yer yer Souls-like türüne selam çakması bu oyunu benim için daha da özel hale getirdi diyebilirim.
Bu bakımdan düşünürsek olgunlaşanın sadece Kratos değil, genel olarak God of War serisi olduğunu söyleyemez miyiz?
Kesinlikle söyleyebiliriz, çünkü gerçekten de öyle. İlk God of War 2005 yılında çıkmış bak, 17 sene geçmiş aradan. Onu 17 sene önce oynayanlar en iyi ihtimalle 30’larına merdiven dayamış olmalı. Her şekilde çok daha olgun ve oturaklı insanlar haline gelmiş olmalılar yani. Kratos’un da bunun paralelinde ilerlemiş olması bence güzel bir seçim. Gerçi biliyorum, oyun çıktığında da serinin eski hayranlarından çok tepki de çekti bir yandan. Ama açıkçası günümüzde dirilen oyun serilerinin en büyük problemi de eski nostaljiden beslenmeye çalışırken aynısını biraz makyajlayarak sunmaya çalışmak olduğundan God of War’un böylesine farklı ve radikal bir yoldan ilerlemesi, hele ki çıtayı bu kadar yükseğe dikebilmesi muazzam bir olay bence. Aksiyonu da senin de dediğin gibi az ama öz, tok ve sağlam hissettiriyor. Hem yeterince derin, hangi rünleri ve güçleri kullanacağını oturup düşündürtüyor sana; hem de sana çizdiği alan içinde oynanışını mükemmelleştirip kombolarla akıp gitmeni sağlıyor. Eskiyle yeninin muhteşem bir kombinasyonu bu bence.
Gerçekten de öyle… Rünlerin, güçlerin ve ekipmanların çeşitliliği de çok iyi değil mi? Tabii ben bazen istatistiklerinden ziyade gözüme hangisi daha yakışıklı geliyorsa o zırhlara yoğunlaşıyorum ama o da benim işbilmezliğim. Yine de min/max olaylarını sevenler için oyunun acayip bir oyun havuzu sunduğunu söylemek lazım. Bir de NG+’ya geçince bir zırh kademesi daha açılıyor ya, o da zaten başlı başına oyunu tekrar oynama sebebi.
Ben biraz da PC versiyonuna özel olan bazı şeylerden bahsedelim istiyorum. Mesela klavye / fare desteği. Dürüst olayım, ben hiçbir soulslike’ı zaten klavye ve fareyle oynayamıyorum. Zamanında joystick’e alışmış genç Eser de “Klavyeyle oyun mu oynanır?” derdi. Zaman ve alışkanlıklar nasıl da değişiyor… Ama bu tür oyunları klavye ile oynamaktan keyif alan, hatta klavye / fare desteği olmayan oyunları yerin dibine sokan bir kitle olduğunu da biliyorum (değil mi Onur?). Peki sence God of War bu işi kotarabilmiş mi, klavyeyle de gamepad’le olduğu kadar rahat oynanıp oynanmadığını merak ediyorum ama ne yalan söyleyeyim elim bir türlü denemeye gitmedi.
Ben sırf işin o yanını da test etmek için klavye + fare kuşanıp daldım baştan. Güzel de yapmışlar, oynarken parmaklarım çaprazlanıp felç olmadı çok şükür. Arada bir alışana kadar elim bloklama yapmak için niyeyse CTRL’ye gitti, baltayı fırlattım falan ama ona da bir kere alıştıktan sonra rayına oturdu, aktı gitti zaten. Ha, sizin için sorun olan bir aksiyon ve tuş kombinasyonu varsa gönlünüzce değiştirebiliyorsunuz da tabii. Ben bir noktada Playstation’da oynarken geliştirdiğim kas hafızamı harekete geçirmek için Dual Sense bağladım gerçi, o da çok rahat geldi bir yandan. Özetle hangisini tercih ederseniz edin, tatmin edici bir rahatlıkla oynanıyor; içiniz rahat olsun.
Sırf kontroller değil, genel olarak yağ gibi akan bir port olmuş hatta. Gördüğüm en başarılı ve pürüzsüz PC geçişlerinden birisi. Mesela Horizon’da öyle olmamıştı, performans konusunda çok ciddi sıkıntılar çıkmıştı. Bunda bütün ayarları Ultra’ya dayamama rağmen herhangi bir performans sıkıntısı çekmedim. Bir tek arada Screenshot almaya çok abandığım zaman anlık teklemeler oldu ama onda da suçu oyuna mı atmalıyım bilemedim; zira ben Screenshot alma işini biraz abartan bir insanım, o benden kaynaklı da olabilir. (En son Final Fantasy XIV Screenshot’larımı açmaya çalışırken Steam göçüyordu, öyle diyeyim).
Horizon gerçekten de iyi bir PC portu değildi ama ben onu biraz da PlayStation PC’nin acemiliğine yoruyorum. Hani derler ya ilk elin günahı olmaz diye. Days Gone bu konuda bayağı yol katetmişti ve ufak tefek aksaklıklar dışında bir hayli iyi bir PC portuydu. God of War ise bence olayı aşmış. Yani utanmasam God of War’un PC versiyonu için ‘işte bu Definitive versiyondur dostlar’ derim.
Bir kere performans konusunda zerre üzmüyor çünkü hem Nvidia DLSS, hem de AMD FidelityFX Super Resolution (FSR) desteği var. Ben Radeon RX 5700 XT kullanıyorum, FSR açmadan bile 2K çözünürlükte stabil 60 fps ile oynadım oyunu. Yine de merak edip FSR’yi de denedim ve özellikle Ultra Quality modu gerçekten göz alıcıydı. Bu da farklı sistem konfigürasyonlarında bile God of War’un bu iki teknoloji sayesinde yüksek FPS sunabileceği anlamına geliyor.
Oyunun PC versiyonuna özel çok sayıda grafik ayarı sunması da ayrı bir artı. İlk başta Original ayarlarda oynadım, yanılmıyorsam bununla kast ettikleri PS4 seviyesinde grafikler olmalı. Sonrasında High ve Ultra seçeneklerini de denedim, Gölgeler, Yansımalar, Doku Kalitesi vs gibi ayarlarla ayrı ayrı oynarak tatmin edici bir grafik / FPS dengesi yakalamak gayet mümkün. En sevdiğim kısmı da bu ayarları değiştirdikçe Ayar ekranında gerçek zamanlı olarak Kullanılan VRAM miktarının gösterilmesi oldu. Ayrıca ayarların ne işe yaradığını, Düşük ile Ultra arasındaki farkı gösteren örnek görsel de ayar seçiminde son derece yardımcıydı. Senin de 1080 Ti’da herhangi bir performans sıkıntısı çekmediğini düşünürsek oyunun PC performansına şapka çıkarabiliriz sanıyorum.
Bu arada oyunun grafiklerini ne kadar övsem boş kalacak. Yani açıkçası bunun üzerinden 3 seneden uzun bir zaman geçmiş bir oyun olduğunu söylemek çok zor, PC’de arşa çıkan grafik kalitesi benim diyen oyunları cebinden çıkarır, öyle diyeyim.
Ultrawide, 4K, HDR ve FSR’ın Gücü – Erce God of War’u PS4, PS4 Pro ve PS5’te deneyimlemiş bir oyuncu olarak PC sürümüne de bakmasam olmazdı. Ne zaman konsol oyunlarının PC versiyonu çıksa beni heyecanlandıran yegane şey Ultrawide çözünürlük oluyor. PC’de bir kez geniş ekran oyun oynamanın zevkine vardıktan sonra klasik 16:9 / 16:10 çözünürlük insanı bir türlü tatmin etmiyor. God of War da bu kuralın istisnası değil. Ancak tabii gerek omuz üstü kamera açısı gerekse oyunun geçtiği mekanların nispeten daha sınırlı alanlardan oluşması Ultrawide çözünürlüğü bir avantajdan çok görsel etkileyiciliğe çevirmiş durumda.
Oyunun 3440×1440 çözünürlükte herşey en son ayardayken performansı muhteşem. Aynı zamanda 4K performansı da beklentilerimin ötesinde. Tabii 4K TV’ye geçince kendinizi yine 16:10 ekran oranında buluyorsunuz ama 4K’da grafik netliği gerçekten akıllara zarar God of War’un. Ama bir nokta var ki değinmeden edemeyeceğim: HDR. PC’de gerek Windows’un yetersiz HDR desteği (Windows 11’le azıcık düzeldi) gerekse oyunların bu konuda yeterli hassasiyeti göstermemesi can sıkıcı. Eğer HDR destekli bir ekrana sahipseniz God of War’u olması gerektiği gibi deneyimleyeceksiniz demektir. SDR, HDR arasındaki görsel deneyim kendini ciddi anlamda hissettiriyor.
Her ne kadar mevcut sistemimde FSR’a ihtiyaç duymasam da özellikle Ultra Quality ayarının çok iyi iş çıkardığını söyleyebilirim. Görsel olarak bir kayıp yaşadığınızı hissetmeden 4K’da %15 civarı bir performans artışı yakalayabiliyorsunuz |
Övdükçe övüyoruz resmen oyunu ama ben çıktığı senenin en iyi oyunu olduğumu düşünüyordum. (RDR2’ye rağmen, evet) Bunca zaman sonra tekrar oynadıktan sonra fikrimin değişmediğini gördüm. Gerçekten God of War, çıktığı zaman Playstation’ın en iyi oyunlarından birisi olarak adını altın harflerle tarihe yazdırmıştı. Bugün, 4 sene sonra PC’ye çıktığında yine PC’de oynayabileceğimiz en iyi oyunlardan biri olarak adını yazdırıyorsa demek ki gerçekten çok sağlam bir klasik var demektir elimizde. Çünkü bazı oyunlar vardır ya, hani oynarken çok gaza gelirsin ya da çok keyif alırsın ama sonra “Aa, bu sene mi çıktıydı o ya?”, “Öyle bir oyun vardı di mi?” diye unutursun. God of War kesinlikle onlardan biri değil. Tüm bunların üzerine bir de Ragnarök için heyecanım da yine alev aldı resmen. Şu kalibrede bir devam oyunu yapabilirlerse “yılın oyunu” ödülünü bu sene de götürür net.
Peki değişik bir soruyla geleyim o zaman sana: Oyunda hoşuna gitmeyen, “Şurası olmamış” ya da “Şöyle olsa daha iyi olabilirdi” dediğin bir şey var mı mesela?
Düşünüyorum, düşünüyorum, düşünüyorum… Ben PS4’te oynarken de aslında bir tek hızlı seyahat kısmını sevmemiştim, Mystic Gateways kısmı biraz angarya gibi gelmişti. Tabii o ara kısmı aslında geçiş yapacağımız bölgeyi yüklemek için kullanıyordu oyun, ama yine de kapıdan gir, Diyarlar Arasındaki Diyar’da zaman geçir, açılan kapıdan geç kısmı bir noktadan sonra beni biraz baymıştı. Ha bence oyunun en muhteşem karakterlerinden biri olan Mimir’in gevezelikleri bu kısmı biraz daha çekilir hale getiriyordu ama yine de daha efektif bir hızlı seyahat sistemini tercih ederdim.
Tabii bu söylediğim aslında oyunu bitirdikten sonra kalan toplanabilirlerin, vurulacak Odin Kuşlarının vs peşine düşmek gerektiğinde sıkıcılaşmaya başlıyor. Yoksa ana hikayede ilerlerken bu geçitler tam da olması gereken zamanda, olması gereken yerlere açılıyor ve hikaye akışı hiçbir zaman sekteye uğramıyor.
Bana sorduğuna göre kesin senin de aklında en az bir tane eleştirilecek yan vardır, yanılıyor muyum?
OGZ’nin 127. sayısında incelerken de “bazı ekipmanlar aldığınızda verilen uğraşa değmeyecek kadar düşük seviye kalıyor” demişim; etraflıca düşününce ona bir tek bazen ekipman ve karşınıza çıkan düşman dengesizliğinin oyunun akışını bir tık düşürebiliyor olmasını ekleyebiliyorum. Seviyeyi Kratos ve Atreus’un yeteneklerine bağlı yapsalar belki biraz daha akıcı olabilirdi. Açıkçası senin dediğin seyahat kısmı beni o kadar rahatsız etmedi, çünkü senin de dediğin gibi Mimir’in anlattığı hikâyeler falan derken o kısımlarda hep dinleyecek yeni bir şeyler vardı. Hem Nors mitolojisini ne şekilde uyarladıkları hem oyunun ilerleyen kısımlarına dair göndermeler hatta şu noktada Ragnarök’te neler görebileceğimize dair ipuçları falan derken arada hedefime ulaştığım halde kıyıya yanaşıp Atreus, Mimir ve Kratos arasındaki muhabbetlerin bitmesini beklediğim oldu.
Kayıkla dolaşırken ben de çoğu zaman muhabbetler bitmeden hiçbir şey yapmadım olur da yarıda kesilir diye. Şimdi düşününce, belki de kesilmiyordur 🙂 Mimir bence oyunun hikaye anlatımının çok önemli bir parçası çünkü dediğin gibi Nors mitolojisine dair çok faydalı bilgiler veriyor ve bu bilgiler de oyunda gördüğümüz bazı kısımları çok daha anlamlı hale getiriyor. Ben zaten Hellblade’de de mitolojik anlatımlar için Lorestone peşine düşmüştüm, burada da bu imkanı kaçıracak değildim.
Mimir demişken Sindri ve Brok’a da bir parantez açmamak ayıp olur; valla bak sonra bu maharetli cücelerin dilinden kurtulamayız. God of War’un birbirinden başarılı yan karakterleri arasında bence bu ikisinin yeri apayrı, tasarımlarından seslendirmelerine kadar dört dörtlük bir iş var ortada. Bir yandan birbirlerini hiç çekememeleri, anlaşmazlıklarını her fırsatta dile getirmeleri, aralarındaki o gizli rekabet, ama bir yandan da akıllarının da sürekli birbirlerinde olması kardeşlik kan bağını o kadar tatlı biçimde yansıtıyor ki. Oyunda aslında bir nevi dükkan görevi gören bu ikilinin verdiği ‘Bana bir iyilik yapar mısın?’ görevleri sadece oyunu uzatmak için eklenmiş yan görevler değil; dolu dolu içerikleri ve merak ettiren alt hikayeleriyle God of War deneyimini daha da güzelleştiren birer içerik diyebiliriz. Ama ben sanki Sindriciden daha çok Brokçuyum, daha çok seviyorum o elemanı.
Biraz da Kratos ile Atreus arasındaki ilişkiye değinesim var. Bugüne kadar farklı oyunlarda birbirinden değişik ‘yan karakter’ kullanımları gördük, ama God of War bence gerek iki karakter arasındaki ilişki dinamikleri, gerekse Atreus’un oyun mekaniklerine yedirilmesi bakımından benzersiz bir iş çıkardı ortaya. Atreus’un kendisini babasına kanıtlamak için çırpınması, Kratos’un daha oyunun başından bu ilişki için çıtayı Atreus için ulaşılması zor bir noktaya koyması, hikaye ilerledikçe bu iki karakter arasındaki bağın aslında ne denli kuvvetli bir hal aldığına şahit olmamız. Yani nasıl diyeyim, daha oyunun başında Kratos’un son anda elini oğlunun omzuna koymaktan vazgeçtiği sahne bile bana “Kratos geçmişten beri alıştığımız o soğuk karakterini bu hikaye boyunca da mı gösterecek acaba?” sorusunu sordurmuştu.
Atreus’un oyun boyunca yalnızca karakter olarak değil, ekipman olarak da gelişmesi (tabii bizim sayemizde) ve savaşlarda izin verdiğimiz ölçüde etkin rol oynaması da çok keyifli bir detay. Ben Atreus hem şikayet etmesin hem de yeteneklerini sergileyip kendini kanıtlayabilsin diye sürekli olarak oklarından faydalandım, laf aramızda kerata resmen iyi atışlar yapıyor. Zaten Işık ve Elektrik oklarının farklı yetenekleri ve bunları bulmaca çözerken de kullanmamızın gerekmesi de Atreus’u sadece yanımızda dolaşan bir çocuk olmaktan çıkarıp oyunun en önemli karakterlerinden biri haline getirmiş.
Kratos soğuk ve mesafeli bir baba olarak yansıtılmış olsa da nüansları gerçekten başarılı buldum ben. Sonuçta Kratos daha önce de Ares yüzünden karısı ve kızının ölümüne sebep olduğundan hâlâ bunun pişmanlığını ve yükünü taşıyor; muhtemelen tekrar edeceğinden korkuyor. Ya da benzer şekilde oğlun babayı öldürmesi döngüsüne çok fazla atıf yapıyor oyun, babasını öldüren bir ruhun hikâyesini dinlediğinde Atreus’un “Babasını mı öldürmüş. İnsan hiç babasını öldürür mü ya?” yorumuna Kratos’un sessiz kalması bile çok şey ifade ediyor aslında. Tabii insan kendisi de baba olunca Atreus’tan ayrı düştüğümüz kısımlar ekstra bir vurucu hâle geliyor. O aceleciliği, paniği (daha önce oynamış olsam ve sonucu biliyor olsam da) daha iyi hissediyor; hisleriyle daha iyi empati yapıyor.
Atreus’un oynanıştaki etkisiyse, gerçekten de bugüne kadarkilerin hâlâ en iyisi. Atreus, Kratos’un bir uzantısı gibi çok kolay ve rahat bir şekilde kontrol ediliyor ve her ne kadar başlarda büyük ölçüde etkisiz olsa da ileride dövüşlerde bel bağladığınız, çoğu yerde Kratos’un postunu kurtaran hayati bir değer haline geliyor. Böyle afacan afacan takılıp da “Heheh, nasıldım ama?” diye soruşlarına Kratos’un verdiği cevapların da git gide değişmesi, ikisinin arasındaki ilişkinin evrilmesi falan yine tam on numara, ders olarak işletilecek kalibrede zaten.
O zaman son olarak da ebeveynlik meselesine gelelim. Bu yazıyı birlikte yazma fikrinin merkezinde ikimizin de kısa süre önce baba olmamız, dahası bir erkek çocuk babası olmamız yatıyordu. Şimdi belki bunu okuyanlar “Ne alaka?” diye düşünmüş olabilir ama inanın hiç de öyle değil. Biz Engin’le de oyunlar hakkında uzun uzun muhabbet ederiz, onun da dünya tatlısı bir kızı var, Zeyno. Onu en çok etkileyen, tekrar tekrar oynadığı, gözlerini dolduran oyunların ortak bir özelliği olduğunu biliyorum. Joel ile Ellie… Lee ile Clementine… Rost ile Aloy… Fark ettiniz değil mi düzeni?
Gerçekten de öyle oluyormuş. God of War’u ilk oynayışımla bu oynayışım arasında sahnelere yükselme, söylenenlerle dikkat kesilme adına muazzam bir fark oldu. Yer yer “Ben böyle bir baba olmayacağım!” diye sinir yaptım, yer yer “Ben kesinlikle böyle bir baba olmalıyım” diye Kratos’a övgüler düzdüm. Kratos’un Atreus’u kaybettiğini sanıp deli gibi koşturarak aradığı sahnede benzer bir durumda olsam ne yapardım onu düşündüm mesela. Hele oyunun sonunda sadece Kratos’un gördüğü o duvar resminde betimlenen sahne, baba ile oğul arasındaki o ilişki, geleceğe dair o bilinmezlik…
Sen oyunu oynarken neler hissettin onu da çok merak ediyorum, en kısa zamanda Leon’a ok atmayı öğretmeliyim dedin mi mesela? Ben açıkçası Can the Second’a (espriyi kaçırmamanız için oğlumun isminin de Can olduğunu söylemem lazım tabii) rün okumayı erken yaşta öğretmeyi planlıyorum, mutlaka bir yerlerde işimize yarar.
Valla Leon’a isminden dolayı önce zombi avlamayı öğretmem gerekiyor diye düşünüyordum ben ama, benzer taktikler Revenant’larda da işe yarar herhalde. Hepsi ölü değil mi sonuçta?
Şaka bir yana, dediğim gibi insan kendi de baba olunca daha bir empati yapıyor oyundaki sahnelerle. Haliyle daha önceden bu kadar çok hissetmeden yine de etkilendiğimiz sahnelerin etkileyiciliğinin arttığını düşünüyorum. Kratos bizim biraz “iri baş” dediğimiz türden bir baba olsa da aslında o yönü daha çok nasıl davranması gerektiğini bilmemesinden kaynaklanıyor. Ama bir yandan bakınca da sert de olsa aslında güzel ve haklı dersler veriyor aynı zamanda. Mesela bir yan görevde Atreus, Kratos’un lafına geldiğinde “Demiştim sana diyeceğini biliyorum” dediğinde Kratos’un “Evet ama hayal kırıklığını benden çıkartma, bunu bir ders olarak al” demesi, ya da daha başlarda Atreus “Üzgünüm” dediğinde “Üzgün olma, daha iyi ol” demesi gibi örnekler sert kaçsa da göz açan mesajlar aslında. Bunun gibi tonla sahneye biraz daha farklı açıdan bakarken ve “Ya çok sert şekilde söylüyor ama haklı olduğu yanlar da var şimdi” diye mırıldanırken buldum kendimi genelde. Yani bir oyun hem keyifli vakit geçirtmesi, güzel bir hikâye anlatmasının üzerine bir de böyle insana ebeveynlikle ilgili düşündürtüyor olması, ders vermesi de büyük başarı bence. Cory Barlog kendi babalık deneyimlerini Kratos’a da güzel şekilde geçirmiş o açıdan -ki belki hatırlarsın, oyun ilk çıktığında oyunun aldığı övgüleri okurken ağladığı bir videosu vardı. O videoyu da oğluna ağlamanın ayıp ya da kötü bir şey olmadığını göstermek için çektiğini söylemişti.
O zaman, Can, müsaadenle ben artık yazıyı bağlayayım. Sanırım şunu rahatça söyleyebiliriz ki bu ikimiz için de yeniden çıkılmış ama tadı bir kez daha damakta kalan bir yolculuk oldu. Sonuç olarak elimizde kusursuza yakın bir oyunun, kusursuza yakın hazırlanmış bir PC portu var. Eğer Sony bu portta herhangi bir başarısızlık yaşasaydı 2018 yılında Yılın Oyunu ödüllerini silip süpüren God of War ismine leke sürülmüş olurdu; ama gerçekten de dersine çok iyi çalışmış ve PC oyuncularına zamanında ne kaçırdıklarını çok net biçimde göstermiş. God of War’u önceden PS4’te oynamış olsanız bile bu maceraya bir kez de PC’de atılmanızı şiddetle tavsiye olunur.