Valve söz konusu olunca gerçekten de Gabe Newell’ın üç rakamıyla kişisel bir husumeti olduğuna inanmaya başladım. Hadi tamam, Half-Life 3’ün gelmeyişini kabullendik artık (Nasıl da yalan! Alyx yüzünden daha fazla Half-Life oyununa aşeriyorum!) ama Left 4 Dead’i de art arda çıkan iki oyundan sonra nadasa bırakmış olmaları garip bir tercih gerçekten. Üstelik yıllar içinde “Bu sefer geliyor, vallahi yapıyorlar! Yalanım varsa Charger duvara çarpsın!” diye tonla söylenti de çıktı ama somut bir L4D3 göremedik bir türlü. Öte yandan L4D serisinin asıl yapımcısı olan ve Valve ile yollarını da muhtemelen L4D3 konulu bir tatsızlık yüzünden ayırdığını düşündüğüm Turtle Rock ısrarla bu formüle sarılmaya devam ediyor. Kendi ayakları üzerinde durmaya başlar başlamaz denedikleri Evolve aslında ilginç fikirlere gebe bir oyundu ama farklı olmaya çalıştığı kısımlarda yaşadığı tökezlemeler sonunu getirdi çok geçmeden. Bu da bizi ister istemez “Acaba işin sihri Valve’ın dokunuşunda mıydı?” sorusunu sormaya itti. Eh, bakalım Turtle Rock’ın köklere dönüşü ve L4D’in gayrı resmi devamı diyebileceğimiz Back 4 Blood’ın betasında o sihirli dokunuştan eser var mıymış?

İsmen değil ama cismen…

Back 4 Blood temellerini neredeyse tamamen Left 4 Dead’in üzerine kuran bir oyun. Karakterlerin bandajlama animasyonlarından tutun da yere düştüklerinde ikincil silahlarını kullanarak etraflarını temizlemeye izin vermesine, bölümlerin Safe Room’larla ayrılmış olmasından Director yapay zekasının sizin oynarken yaptığınız şeylere göre oyunu dinamik şekilde zorlaştırıp kolaylaştırmasına kadar neredeyse her anında Left 4 Dead’den tanıdık bir şeyler bulmanız mümkün. Tabii dediğim gibi, bunlar oyunun temelinde olan benzerlikler. Yapımcısı da aynı olunca çok da kaşları çatıp “Aa, resmen kopyala / yapıştır yapmışlar!” diyecek bir durum yok. Kaldı ki kalan alanlarda nispeten modern dokunuşlar, farklılıklar yapmaktan da geri kalmamışlar.
Mesela yine Left 4 Dead’den alışık olduğumuz gibi 4 karakterden oluşan bir partimiz var; ancak bu sefer Evolve’da olduğu gibi oynayabildiğimiz dörtten fazla karakter var ve aralarında seçim yapabiliyoruz.

Bu karakterlerin her biri büyük ölçüde benzer şekillerde oynanıyor olsa da kimisi bazı konularda diğerlerinin önüne geçiyor. Mesela Evangelo, her 60 saniyede bir kendisini yakalayabilecek düşmanların kıskacından kaçma gibi bir özelliğe sahip. Evangelo olarak oynarken daha rahat bir şekilde solo gidip gruptan uzaklaşabiliyorsunuz. Ya da mesela Holly, öldürdüğü her zomb—pardon, “Ridden” için 10 stamina kazanıyor. Stamina artık önemli, çünkü öyle sınırsız süreyle rüzgâr gibi depar atamıyorsunuz artık. Dibinize gelen zombileri yumruklamak, depara kalkmak gibi şeyler dikkatlice davranmazsanız bir anda ciğerlerinizdeki havayı bitiriveriyor. Bir de her karakterin takıma getirdiği bonuslar eklenince iyice yüksek zorluk seviyelerini zorlamaya niyetli olanlar için işler daha bir stratejik hâl alıyor. (Ki eğer çok iyi koordine bir takım değilseniz üst zorluk seviyeleri burnunuzdan getirebiliyor rahatlıkla) Bunun yanında çatışma mekanikleri de L4D’de olduğundan bir tık daha komplike ve gerçekçi hâle gelmiş. Eskiden bulduğunuz her M4 aynıyken burada silahlar kalitesine ve üzerlerindeki modlara göre değişkenlik gösteriyor. Bir seferinde bulduğunuz M4 Carbine en düşük kalitede ve tetiğe asıldığınızda gece göğünü tarayacak kadar tepebilirken bulduğunuz başka bir M4 çok daha stabil ve hatta üzerinde fersahlarca ötedeki Ridden’ın kafasında kalmış üç saç telini seçebilecek bir dürbünle gelebiliyor. Bu da sizi ufak tefek detayları sürekli değişen haritaları her seferinde kolaçan etmeye, etrafınıza dikkat etmeye itiyor.

Bu desteyle Pis Yedili oynanır mı?

Haritalar her seferinde değişip beklentilerinizle oynayan tek şey değil. Bir de “deste” mekaniği söz konusu. Oyunun Director isimli yapay zekâsı her bölümde zorluğa göre değişen “Corruption” kartları çekiyor. Bu rasgele belirlenen kartlar genellikle bölümdeki çeşitli zorlukları sizin için daha zor hâle getiriyor ancak belli şartları yerine getirebilirseniz aynı zamanda dezavantajı ödüle de çevirebiliyorsunuz. (Kuşları korkutmayıp Ridden güruhunu tetiklemeden bölümü bitirirseniz 200 bakır ödül kazanbiliyorsunuz mesela) Bir de her oyuncunun bölüm başına açtığı “Aktif Kartlar” var, bunlar da genellikle karakterinizin oynanış tarzını değiştiren, belli özelliklerinizi öne çıkartan kartlar oluyor genelde. Mermi kapasitenizi arttırmaktan tutun da standart yumruk atma tuşuna bastığınızda daha fazla hasar veren bir bıçak kullanmanızı sağlayacak kartlara kadar türlü türlüsü var bunların. Arada bütün grubu etkileyen bazı kartlar da bulabiliyor ya da satın alabiliyorsunuz.

Ridden’lara değinmişken onların da detayına inelim. Temel mantık yine tahmin edeceğiniz üzere L4D’den geliyor ama yapımcılar bunu kendi avantajlarına da kullanmışlar yer yer. Örneğin üzerinize böyle zebellah gibi iri yarı bir Ridden koştuğunda “Ay Tank gibi bişi’ bu herhalde?!” diye saydırmaya başlıyorsunuz ama iki üç mermiyi yiyen arkadaş dibinizde patlayınca üzeriniz başınız asit içinde kalıyor bir anda ve “Haa, Boomer’mış…” diyorsunuz kendi kendinize. İşin geyiği bir yana, aralarında yeni özelliklere sahip ilginç Ridden’lar olsa da çoğu eski özel zombilerin özelliklerinin farklı kombinasyonlarda birleşmiş hâli daha çok. Hocker’lar L4D’in Hunter’ları gibi duvarlara yapışıp çok atik ve hızlı bir şekilde yer değiştirebiliyorlar ama Smoker’lar gibi sizi olduğunuz yere mıhlayabiliyorlar da aynı zamanda. Ya da Bruiser’ların atasının Charger olduğu gün gibi ortada; zira sizi kaptı mı bam bam diye yere vurmaya başlıyor. Ama genel olarak bütün bu özel Ridden’ların en önemli ortak noktası: Kırmızı kırmızı parlayan zayıf noktalarından vurmanız gerekmesi. Aksi takdirde özellikle takım arkadaşınızı kapıp yerden yere vuran Bruiser’lar ölmek bilmiyor bir türlü. Bir de klasik “Tank”ın bir varyasyonu olduğunu düşündüğüm Ogre ile karşılaştım Beta sırasında. Gerçekten de tankı aratmayan bir karşılaşma oldu benim için. Witch varyantı görmekten fena halde çekiniyorum tam sürümünde.

Ufaktan toparlayacak olursam, betada gördüklerim hiç fena değildi doğrusu. Özellikle 3 arkadaş daha bulup hep beraber Ridden’ların arasına dalmak oldukça keyifli. Arada tankere bomba koyup sonra patlama olmadan kaçmaya çalıştığımız bölüm gibi hoş sürprizler de eklemişler, o yüzden tam sürümündeki bölüm tasarımları konusunda beklentim yükseldi. Ama gel gör ki “Bu oyunu Left 4 Dead 1 ya da 2’ye tercih eder misin?” diye soracak olursanız… Bilemiyorum. Belli ki gerçekten de işin içinde Valve’ın sihirli dokunuşu vardı; o yüzden size sorgusuz sualsiz “L4D’le vakit kaybetmeyin, bundan sonra bunu oynayın” diyemiyorum. Ama öte yandan kesinlikle kötü bir oyun da değil. Evolve’da olduğu gibi farklı ve daha kompleks sistemlerin ağırlığı altında ezilip akıcılığını kaybetmiş bir oyun da değil yani. O yüzden şimdilik verebileceğim tek yargı, temkinli bir şekilde beklemeye devam edin olacak. En kötü ihtimalle Game Pass’e ilk günden geleceği için arkadaşlarınızla birlikte keyifli birkaç saat geçirebileceğiniz eğlenmelik bir oyun olur. Ama doğrusunu isterseniz bir yandan da daha fazlası olması için içten içe umut etmiyorum dersem yalan olur.

What is your reaction?

0
Excited
0
Happy
0
In Love
0
Not Sure
0
Silly

Cevap bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir